İşlenen bir günahın akabinde yapılabilecek hayırlı bir amelin o günahı sileceğine dair hadisler mevcuttur. Günahın arkasından yapılacak bir tevbe, duyulacak bir pişmanlık, günahtan dönüş, yapılabilecek bir infak, kılınacak bir namaz günahların silinmesine sebeptir.
“Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder. (Furkân Suresi, 25/70)
Ebu Zerr, Cündüb bin Cünade ve Muaz ibni Cebel (radıallahüanhüm) demişlerdir ki,
Rasulullah (aleyhisselam.) şöyle buyuruyordu: “Her nerede olursan ol, Allah’tan kork, günahın ardından bir iyilik yap ki o günahı silsin. Halka da güzel muamele et.” (Tirmizi, Birr 4/355)
Yine dünyada insanın başına gelen hastalık ve sıkıntılar da hadislerin ifadesine göre günahların affedilmesine sebep olmaktadır. Bu yüzden âyet-i kerîmede tevbe ile günâhların affedilmesi ayrı ayrı zikredilmiştir diyoruz.
Bakın Şûrâ sûresinde Rabbimiz bu hususu nasıl beyan ediyor: “Başımıza gelen her hangi bir musîbet ellerimizle işlediklerimizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.” (Şûrâ Suresi, 42/30)
Evet, anlıyoruz ki zerre kadar da olsa karşımıza çıkacak kötülüklerimizden bazıları, başımıza gelen musibetlerle siliniyor. Ancak, bazı ayetlerde de beyan ediliyor ki, insanın her yaptığı amel defterinde yazılmış olarak karşısına çıkacak. O halde, bütün yaptıklarımızın önümüze çıkacak olmasıyla bazı günahların silinecek olmasını telif edeceğiz?,
Bu konuda İbni Mesud efendimizin bir izahı var: “Kıyamet günü kişiye amel defteri arz edilecek ve adam yaptıklarının tümünü orada yazılmış bulacak. Sonra kula denilecek ki, defterine bir daha bak. Adam defterine ikinci bakışında o günahlarının silinmiş olduğunu görecek ve çok sevinecek.” (Ali Küçük, Beşairü’l-Kur’an, Zilzal süresinin tefsiri)
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Hangi günahlarımızın affedilip hangilerinin affedilmeyeceğini biz bilemeyiz. Biz bize düşeni yapar, gerisini Allah’a bırakırız. Bize düşen de öncelikle günaha girmeme hususunda kesin bir kararlılık ve azim içinde bulunmaktır. Yani günahın Allah’a karşı gelme, onun emirlerini çiğneme olduğunu bilerek, küçük olsun büyük olsun her bir günahtan yılandan çıyandan kaçar gibi kaçmaktır. Buna rağmen insan olmamız hasebiyle nefis ve şeytanın tuzağına düşerek bir günah işleyecek olursak, hiç vakit kaybetmeden hemen tevbe ve istiğfar etmek ve günah kirlerinden kurtulmaya çalışmaktır. Evet, günahlarımızın ardından tevbe eder, bir iyilik yapar ve ibadet ü taata koşarız. Allah’ın rahmet ve mağfiretini düşünerek onların affı hususunda kuvvetli bir ümit içinde oluruz.
Hazreti Ömer (radıallahu anh) Hudeybiye antlaşması sırasında Peygamberimiz’e karşı biraz sesini yükselterek konuştuğu için, ömrü boyunca sadaka verip, köle azat ettiğini anlatıyor. Buna göre tevbe ve istiğfarımız devamlı olmalı ve bir taraftan da Allah’a karşı hep bir korku içinde olmalıyız; olmalı ve günahlarımızdan dolayı kendimizi affettirmenin yollarını aramalıyız. Hazreti Ömer’in gayreti de böyle bir arayıştı.
Biz bu ölçüler içinde hareket ettiğimizde inşallah Cenab-ı Hak da günahlarımızı bağışlayacaktır. Zaten bir müminin Allah’ın rahmet ve mağfiretini anlatan hadis ve ayetleri düşündüğünde ümitsizliğe düşmesi mümkün değildir.