Tevbenin kabul edilmesi için, gönülden pişmanlık duymak, eski hataları ürpertiyle ve büyük bir mahcubiyetle hatırlamak, ruhta meydana gelen boşlukları istiğfarla, ibadet ü tâatla doldurmak, Allah rızasına götüren yollar dışında geçen hayat için âh ü enîn edip ağlamak ve her türlü haksızlığı gidermeye çalışmak önemli hususlardır. Kul hakkı varsa onu gidermek, gıybet, haset ve su-i zan edilmişse, onlardan dolayı hakkı geçen insanlara meseleyi anlatıp haklarını helal ettirmek tevbenin mühim bir yanını teşkil eder.[1]
Tövbe için şu şartları öne sürmüşlerdir:
- Birincisi: İşlenen günah kul hakkıyla alâkalı ise, evvelâ o hak sahibine verilmeli ve ondan helallik dilenilmelidir.
- İkincisi: Bir daha aynı günaha dönmemek üzere ciddi ve kesin bir kararlılık içinde olunmalıdır.
- Üçüncüsü: O günahla tevbe arasında ikinci bir günah işlemeye vakit bırakmamalı, yani elden geldiğince günahlar beş dakika bile tevbesiz kalmamalıdır.
Tevbenin bir başka buudu da şudur: Günah, ruhta bir ızdırap şeklinde duyulmalı, vicdan da o günaha karşı bir nefret, bir tiksinti ve bir ürperti hissetmelidir. Bir insan, işlediği günahlar karşısında hasta olmuyor ve ızdırap çekmiyorsa, alışa geldiği gibi ağzıyla tevbe etse dahi, onun yaptığı tevbe değil, sadece bir merasim ve yararsız bir kaç söz söylemekten ibaret kalır. Tevbe, vicdanın duyduğu nedamet ve bu nedametle insanın iki büklüm olmasıdır. Dil ile söylemek ise, sadece böyle iki büklüm olmuşluğa kavlen iştirak ve bir tercümanlıktır. Evet, tevbe ancak ızdırabın terennümüdür. Ne var ki bu terennümü de yine Sahib-i Şeriat’tan öğreneceksin. Yani nedamet ve ızdıraplarını Resulullah’dan öğrendiğin şeylerle soluklayacaksın:
- “Esteğfirullah el-azîm el-kerîm ellezi lâ ilâhe illahu tevbete abdin zalimin layemlikü linefsihi mevten velâ hayaten vela nüşurâ” “Tevbe ve istiğfar ediyorum. Öyle bir kul, bir bende, bir tasmalının tevbesi gibi tevbe ediyorum ki, kendi kendine, ne dirilebilir, ne ölebilir, ne hareket edebilir, ne yatabilir, ne kalkabilir. İşte ben böyle acizlerden aciz bir zavallı; Sana günah ve zulümlerimden dolayı tevbe ediyorum.”
Allah Resûlünden mervî bir hadiste, tevbe ve istiğfardan önce iki rekât namaz kılmaktan, sonra da tevbe edenin başını yere koyarak tam konsantre olup, Rabbin rahmetiyle münasebete geçeceği ana kadar, secdede
- “Ya Hayyu ya Kayyûm bi rahmetike esteğîs eslihlî şe’ni külleh velâ tekilni ilâ nefsi tarfete ayn” “Ey Hayy-u Kayyum, benim her halimi ıslah eyle, Sen beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma” gibi dualardan da söz ediliyor.
Yani içteki nedametin bu sözlerle soluklanması tavsiye ediliyor. Bu mevzuda yine Efendimiz’den (aleyhisselam) şeref südûr olmuş, sabah akşam okunan ve “seyyid-ül istiğfar” diye bilinen bir dua daha mervîdir ki o da:
- “Allahümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene ala ahdike ve va’dike mesteta’t euzü bike min şerri ma sana’t, ebûu leke bini’metike aleyye ve ebûu bizenbi feğfirli feinnehu leyağfiruzzunûbe illa ent” istiğfarıdır.
Seleften bazıları, “ente” kelimesinin sonuna “Ya Gaffar, Ya Gafûr” isimlerini de ilave etmişler. Bunlar, Efendimiz’den mervi olanlar arasında olmasa da Rabbimizin iki mübarek ismini şefaatçi yaparak Allah’a teveccüh etme mânâsında çok güzeldir.
Evet tevbe, kalbin nedamet ve ızdırap duymasıdır. Biz böyle bir ızdırabı, tevbe ve istiğfarda kullanılan kelimelerle eda ettiğimiz sürece makbuldür. Ancak, içimizde günaha karşı hiçbir ızdırap duymadan, dilimiz: “Estağfirullah estağfirullah el azîm el kerîm ellezi lâ ilâhe illahü el-hayyel-kayyum ve etubü ileyh.” veya “Elimle, dilimle, ağzımla, gözümle, kulağımla işlediğim her günahtan tevbe ettim, pişman oldum..” diyor fakat duygu ve düşüncelerimiz bu kelimelere refakat etmiyorsa ve içteki dalgalanmalar soluklarımızı kesecek kadar ağırlıklarını hissettirmiyorsa, boşuna uğraşıyoruz demektir. İnsan hiç olmazsa Allah karşısında günahlarını ifadede, vicdanından gelen sesleri soluklamalıdır. Evet, tevbe ve istiğfar ederken şaka ve merasim yapmıyor, herhangi bir folkloru icra etmiyoruz. Bilakis Allah karşısında gerçekten işlediğimiz bir günahtan gerçek bir nedamet duygusunu Allah’a takdim ediyoruz.